15 Ağustos 2015 Cumartesi

Belki de aşk bir göze alıştır...





Gel çıkalım sevgilim gel
Gel kurtulalım birler hanesinden
Çekelim gidelim bir uçtan uca
Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar
Sevelim sevelim sevelim
Sevebileceğimiz kadar…

Sevebileceği kadar sevmek... Sevdiğinin aşkına acıkmak böyle bir şey herhalde. Vay be ne dizeler…

Benim için apayrı bir anlamı daha var. Aşık olduğum adamla düğünümüze bu dizelerle çağırdık sevdiklerimizi. Birler hanesinden çıkarken Bedri Rahmi yanımızdaydı.

Sanatçı kimdir deseniz tanımlamakta zorlanırım belki ama.Bedri Rahmi Eyüboğlu sanatçının en hasıdır. Ressam, şair, yazar ya da şair, ressam, yazar ya da ya da şair,yazar,ressam.Hangi özelliği daha önde hangisinde daha başarılı karar vermek zor. Hepsi birden işte! Nihayetinde sanatçı kafası…

Bedri Rahmi’yi sadece yazdıklarını okuyarak veya yaptığı resimlere bakarak anlayamazsınız. Yaşadıklarını bilmek lazım, biraz içinde hissetmek, biraz yerine koymak. O dizelerin karşılığını öğrenmek.

Ben biraz size yardımcı olayım diyorum. Ucundan azıcık anlatayım.

Bedri Rahmi, Trabzon Görele’de doğdu, liseye kadar da oradaydı. Aklında ne resim ne şiir vardı o sıra. Berbat bir lise hayatı yaşıyordu, dayanamadı İstanbul’a gitti. Güzel Sanatlar Akademisi’ne de burada başladı. Yetenekliydi. Hocalarının da önerisiyle Fransa’ya gitti. Ağabeyi ile bursunu paylaşacak ve resmini geliştirecekti. Bir gün Andre Lhote’un atölyesine gitti, işe o andan sonra Bedri Rahmi’nin hayatında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Çünkü aşkla karşılaşmıştı. Ernestine ile… Romanyalı Ernestine Letoni. Romanyalı ressam Ernestine Letoni.

Birbirlerine aşık oldular. Birbirlerine çok aşık oldular. Bedri Rahmi artık Londra’daydı, Ernestine Paris’te. Deli gibi mektuplaştılar. Deli gibi… Aşık gibi… Ayrıldıkları an kağıda kaleme sarılıyorlardı,özlüyorlardı.Bazen mektup yazacak kağıt, mektubu gönderecek pul alacak paraları yoktu. Ne konuşulacaklar bitiyordu ne yazılacaklar ne de susulacaklar.Bedri Rahmi fırsat buldukça sevgilisinin yanına gidiyordu, fırsat ve para buldukça.Sonra Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı.Mesafeler uzaklaşmıştı. Ama mektuplar nefes kadar yakındı. Ernestine de artık ülkesine dönecekti, dönerken Türkiye’ye geldi. Sevdiği adamdan uzak kalamadı.Eyüboğlu ailesi de öğrenmişti artık ilişkilerini, şiddetle karşı çıktılar.Romanyalı Ernestine hayallerindeki gelin değildi.

Ernestine Türkiye’den ayrıldı ama bu kısa bir ayırılıktı, vazgeçmeye niyeti yoktu. Yanında Bedri Rahmi’nin tablolarını da götürdü ve Bükreş’te onun ilk sergisini Ernestine açtı. Bedri Rahmi de bir yandan çevirmenlik yapıyor, Tan Gazetesi’ne yazılar yazıyordu.Mektuplar ise devam ediyordu. Bir süre sonra Ernestine tekrar İstanbul’a geldi. En sonunda aileler de ikna olmuştu. Aşıklar buna da göğüs germiş,kazanmıştı. Tanışmalarından 5 sene sonra evlendiler. Ernestine artık Türkiye’ye yerleşmişti, ismi de değişmişti. Eren… Artık Eren Eyüboğlu'ydu. Bedri Rahmi bulmuştu ona bu ismi.

Bedri Rahmi şimdi ev geçindirmeliydi. Tekel Genel Müdürlüğü’nde işe girdi.Sigara paketlerine figür tasarladı. Akademik hayata da adım attı, Güzel Sanatlar Akademisi’nde de asistanlık yapmaya başladı. Devlet erkanı ile yurt gezilerine katılıyor,gittiği şehirlerde gördüklerini resmediyordu.Önemli eserlere imza atıyor, övgüler alıyordu. Evliliklerinin üçüncü yılında askere gitti. Bu sefer arkasında iki kişi bırakmıştı. Bir de oğlu vardı. Yine mektuplar bitmiyordu.

Askerden döndükten sonra Güzel Sanatlar’daki görevine devam etti. Hayatını tamamen değiştiren o an da gelip çatmıştı. Fakülteye misafir bir öğrenci geldi. Mari… Mari Gerekmezyan. Heykeltıraştı. Yetenekliydi de. Bedri Rahmi o kadına öyle bir tutuldu ki, hayatını avucuna bırakacak kadar aşık oldu, kapandı gözleri. Kadın da ona aşık oldu, kavruldu. Yasaktı adam ona ama kara sevdaydı işte. Bedri Rahmi’nin Mari ile beraber dili değişti, resmi değişti kim bilir belki kendi değişti. Hayatının en üretken dönemine girmişti. Karadut demişti Mari’ye. Karadut’uydu onun. "Karadutum, çatalkaram, çingenem" diye yazmıştı. Şiirleri hep Mari içindi artık. Yıllar sonra ona "seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar” diyecekti. Kara saplı bir bıçak olacaktı Mari, sinesine saplanacaktı.

Resimleri de onu anlatır olmuştu. “At üstünde aşıklar" tablosunda, at üstündeki iki çıplak aşık vardı. Erkek olan, atının terkisindeki kadını kaçırıyordu. Bedri Rahmi, Mari’yi kaçırıyordu. Mari de Bedri Rahmi’nin büstünü yapmıştı. O yokken büstü vardı yanında.

Artık dünya alem biliyordu aşklarını. Nasıl saklanırdı ki böyle tutku. Dünya alem biliyordu, Eren Eyüboğlu da biliyordu. Ama umutla bekliyordu. Geçer diye bekliyordu. Geçmedi…

Aşkları geçmedi ama ince hastalık Mari’yi buldu. 1946’da menenjit tüberküloz kaptı. Antibiyotik gerekiyordu ama o dönem savaş daha yeni bitmişti.Bulmak çok zordu üstelik çok pahalıydı. Mari’nin tek dayanağı Bedri Rahmi’ydi. Yaşadığı aşk yüzünden ailesi, çevresi sırt çevirmişti. İlaç lazımdı ve Bedri Rahmi sevdiği kadını iyileştirmeliydi. İlaç alabilmek için tablolarını yok pahasına sattı. Değer biçmekte zorlandığı resimlerini birer birer satıp Mari’ye ilaç aldı. Onu kaybetmemek için her şeyi yaptı. Olmadı.

Mari Gerekmezyan daha 34 yaşındayken öldü. Aşkının da sanatının da en ateşli döneminde gitti. Adını çok duymadıysak sadece erken yaşta öldüğünden değil… Mari, hem Ermeni’ydi hem de yasak aşk yaşayan bir kadın. Yalnızlaştırıldı,eserlerine kıymet verilmedi. Hakkında bilgiye ulaşmak bile çok zor. Başarılı bir heykeltıraştı belki ama iz bırakamadı. Adı hep Bedri Rahmi Eyüboğlu isminin altında kaldı. Ama o bunu da göze almıştı.

Bedri Rahmi, Mari’den sonra hayata küstü, yıkıldı. Gelip omzunda ağladığı kişi ise Eren Eyüboğlu’ydu. Eren, yine açmıştı kapısını.

Bedri Rahmi artık hüzün dolu şiirler yazıyordu.

“Halaylar durdu
Horonlar durdu
Al damar, mor damar, şah damar sustu



Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu. “ diyordu ardından

“…

Yar yar! Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yar yar
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var” diyordu bir başka şiirinde

Sitem ediyordu. Yokluğunda yüreği yorulmuştu.
Eren Eyüboğlu ise sabrediyordu. Sanatına küsen Bedri Rahmi’yi tekrar sanatına döndürmeye çalışıyordu hatta. Aşk, sabretmek demekti belki. Unutur diye beklemekti.
Bekledi…
Geçti sandı...
Mari’nin ölümünden 3 yıl sonra Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu Büyük Kulüp’te bir yemektelerdi. Davetliler Bedri Rahmi’den Karadut şiirini okumasını istedi.
Ayağa kalktı ve okumaya başladı

"Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
...

Kadınım, kısrağım, karımsın.”

Okudu ve ağlamaya başladı. Tekrar kanamıştı. Karısı yanında, davetliler karşısında ölen sevgilisine ağlıyordu. Karımsın dediği ölen sevgilisine. İşte o zaman Eren Eyüboğlu pes etti. Bitmeyecekti bu sevda. Eşyalarını topladı, Paris’ gitti. Bedri Rahmi şimdi tamamen yalnızdı.

Zaman geçti, Eren'e bir mektup yazdı. Eren de Paris'ten o mektuba cevap verdi, içinde sitem vardı


" Canuşkam;

Kulüpte bir gece, bir şiir okumuştun hani! Hatırladın mı? Gözlerinden birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum.

O gece...

Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım. Bedri’nin ruhuna, insanüstü bir gücün acıyıp ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan mutluluk duyabilmeni sağlasın. "


Böyle demişti. Kızgın bir ütü yapışmış gibiydi. Yanmıştı.

Bir süre sonra Bedri Rahmi Paris'e karısının yanına gitti.Artık yanlarında yaşamaktan mutluluk duymayı istedi. Oldu da. Yine beraberlerdi. Bundan sonra da hep öyle olacaktı.
Bir daha ayrılmayacak ömürlerini beraber tüketeceklerdi.İstanbul'a döndüler
Bedri Rahmi tekrar sanatına sarıldı.Hiç durmadan üretti. Türkülerden ilham aldı, "ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım" dedi. Halktı onun için önemli olan. Yazdı,yazdı,yazdı. Eşi ile beraber sergiler açtı. Ödüller aldı. Türkiye'de de yurt dışında da Bedri Rahmi konuşuluyordu.Hatta Time dergisi bir sayısında iki sayfasını ona ayırdı. Şiir,resim,heykel,seramik,mozaik... Sayısız eser verdi.Tam bir sanatçıydı yani. Sanatçı, Bedri Rahmi gibilerine denir ancak.

Üretti,üretti ve 64 yaşında, 1975 yılında pankreas kanserinden öldü. Ölene kadar yanındaydı Eren Eyüboğlu. Çok şey yaşamış çok şey göğüslemişti. Yaşadıklarını da unutmamıştı aslında. Bedri Rahmi'nin ardından, oğluna herşeye onun için katlandığını ve Karadut'u hiç unutmadığını söyledi. Evinin bir köşesinde de Karadut'un yaptığı Bedri Rahmi heykeli hep durdu.

Hiç unutmadı, nasıl unuturdu ki insan?

Aşk neydi?

Karadut büyük bir aşktı.
Ama bence Eren Eyüboğlu'nun aşkı daha büyüktü. Sadece oğlu için de göz yummamıştı.Çok sevmişti.
Çoğu insan Bedri Rahmi'nin Mari Gerekmezyan'a sevdasını destansı bulur, aşkın varlığına umut olarak görür.
Ben biten aşkı düşünüyorum Eren'e yazılan o mektupları...
Belki de bitiyordur her aşk, geride yazılmış sayfaları, söylenmiş sözleri bırakarak...
Belki de aşk bir göze alıştır...
Belki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder