7 Mayıs 2012 Pazartesi

"Ceza"evi ...


"Özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişiler, insani muamele ve insanın doğuştan kazandığı insan onuruna saygılı davranış görme hakkına sahiptir.”
Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 10. Maddesi…
Silivri basına açılıyormuş. İnsani şartlar olmadığı iddialarına son vermek için.
Açılana kadar birkaç değişiklik yapılacaktır eminim de,
Benim aklımda Nedim Şener’in anlattıkları kaldı
Silivri kahraman olma yeri değil, insan orada çürür deyişi
Cezaevindeki duvarlar sesleri öyle yankı yaptırıyor ki inanamazsınız, artık hiddetli konuşamıyorum ses yankı yapmasın diye deyişi
Kalem tutamıyorum, üşüyorum eldiven yasak deyişi
Ve o üç düğme …
Nedim Şener’in kızının kontrolden geçerken üç düğme yüzünden öten eteğinin çıkarttırılması
Üç düğmenin insanı küçücük yaşta nasıl yaraladığı…
Sonra Mustafa Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın hücrede tecrit olduğu kaldı aklımda
Özkan’ın kitabında farelerle yakınlığını ”Geceleri baykuş geliyor, iyi oluyor, fareler kaçıyor” diye anlattığı,
Müyesser Yıldız’ın, milletvekillerine mektup yazıp “Silivri’de kuş beslemeye izin veriliyor, kedi’ye izin verilmiyor. Bi kedim olsa, can yoldaşım olurdu” dediği,
Aklım işte uslu durmuyor bir türlü
Ardından Pozantı’da yaşananlar kalmış bir de
Hayata kazandırılması gerekirken, hayatı karartılan çocuklar…
Bunlar biraz da olsa duyduklarımız
Peki ya duymadıklarımız;
Sadece Silivri’yi aklamak yeter mi?
22 Nisan’da Mardin Cezaevi'nde akşam yemeğinde verilen ucuz ve filizlenmiş hatta çürümüş patatesten kaynaklanan toplu zehirlenme yaşandı mesela .

Bir kaç “cezaevi koşulu” da İnsan Hakları Derneği’nin son raporlarından;

Mardin Cezaevi'nin kapasitesi 380 kişi… Ama cezaevinde 830 tutuklu ve hükümlü bulunuyor…
24 m2 odalarda 6-8 kişi kalması gerekirken 16-18 kişi, 48 m2 lik koğuşlarda 14-16 kişi kalması gerekirken de 30-38 kişinin kalıyor.
Hal böyle olunca ranzalar yetersiz, yere yatak seriliyor. Yan yana serilen iki yatakta 3 kişi yatıyor hatta mutfağa da yatak seriliyor.
***
Kırıklar F Tipi Cezavi’nde mesai saatleri dışında ve hafta sonu sağlık personeli yok, mesai saatleri içindeyse çoğu zaman doktor cezaevinde değil
Cezaevi bahçesinde ambulans bulunuyor ama kullanmaya değer acil durum bulunmuyor.
***
Batman M Tipi Kapalı Cezaevi'nin kapasitesi 362 kişiTutuklu sayısı 326, hükümlü sayısı 245,Tutuklu çocuk sayısı 14. Toplam 571 kişi. Kapasitenin neredeyse iki katı.
Yine yatacak yer yok yani. Ne tuvalet yetiyor, ne banyo. Zaten banyo için haftada iki kez üçer saat sıcak su veriliyor. O kalabalıkta şanslı olan banyo yapabiliyor.
Kaloriferler yeteri kadar çalışmıyor. Üşürsen battaniye yok, dışarıdan getirmek yasak, paran varsa kantinden al.
Yatamadıkları gibi donuyorlar yani bir de…
***
Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde kaloriferlerin yakılmaması nedeniyle Ferhat Çalgan adlı mahkum soğuktan yüz felci geçirdi.
***
Erzurum E Tipi Cezaevi’nde açık görüşe gelen mahkum yakınları, yapılan “ince arama” da iç çamaşırlarını çıkartmaya zorlandı, uygulamaya karşı çıkanlar ise açık görüşe alınmadı.
***
Şanlıurfa Kapalı Cezaevi’nde kadın tutukluların kaldığı koğuşta, kadın gardiyanların bulunmasına rağmen erkek gardiyanlar arama yapıyor
***
Hastaneye sevk edilirken kullanılan ring araçları kullanılamayacak halde.
***
Ölüm sınırına gelmiş ağır hastalar var ve gerekli tedaviyi göremiyorlar.
***
Bu liste öyle uzayıp gidiyor ki, bir açıp bakın…
Yer sıkıntısı, temizlik, yemek sorunu hemen hemen her cezaevinde kader... İnsan onuruna saygılı davranış görme hakkı ilk ihlal zaten...
***
E tabii hak da yememek lazım
Mehmet Ağar için “seçtiği” cezaevi yeniden elden geçirildi, tadilatlar yapıldı, mahkumlar başka yerlere gönderildi.
Bir temizlik, bir hazırlık…
Isparta’da olsa gül suyuyla yıkanırdı o derece.
Cezaevleri şartlarının iyileştirmesi Ağar'a bağlıysa ne yapılsa bilemedim.
Mehmet Ağar cezaevi cezaevi dolaştırılsa mı acaba?

27 Mart 2012 Salı

“ Sizin hiç babanız yakıldı mı ? "

Zamanaşımına 15 gün kala hatırladık, 15 gün geçti unuttuk Sivas Davası'nı.
Tekrar hatırlatmak istedim. Ama bu sefer, yaşayanların, yüreği yananların dilinden.
Biz ne anlatsak boş. Acısını çekenlerin gözünden görmek lazım.


Aslında 6 Aralık’ta zamanaşımına uğrayacaktı dava… O zaman olmadı, şimdiye kaldı…
O günlerde, Sivas katliamında hayatını kaybeden şair Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan içindeki yangını anlatmış;

"Geçen yıl ülkemizde sendikal hareketin öncüsü Kemal Türkler’in davası da zamanaşımına uğradı. Siz Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan Türkler’in çığlığının yüreğin hangi kör noktasından yükseldiğini bilir misiniz? İşte o acıyı 6 Aralık günü ben de yaşayacağım.
Babam kapıyı üç defa çalardı. Kocaman sevinci sürükleyerek koşardım yanına. Akasyalı sokağa bakan evimizin balkonunda her akşam aile sofraları kurulurdu. Ölüm öyle uzaktı ki, kimse bir mezar taşının yanından geçeceğini ummazdı.
Bir gün evin telefonu çaldı. Babam Sivas’tan arıyordu. Sesinde tuhaf bir tedirginlik: “Belki bugün dönerim.” O gelemeden gökyüzünden yıldızlar indi.


Sabaha kadar mavi odamda bekledim babamı. Gelemeyeceğini bile bile…
Cemal Süreya’nın “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum” dizesi, “Sizin hiç babanız yakıldı mı? Benim bir kere yakıldı, o günden bu yana ülkem kör oldu” olarak zihnime çakıldı.
Siz böyle bir körlüğün ne demek olduğunu bilir misiniz?

Siz kalpten parmak uçlarına uzanan acının tırnakları bile titrettiğini bilir misiniz?"


Daha sonra dava zaman aşımına uğramasın diye gittikleri kapıları, denedikleri yolları anlatmış Eren Aysan,

"Oysa biz, Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar siyasi cinayetlerde yaşamını yitirmiş kişilerin aileleri olarak, Meclis’e gitmiş, siyasi cinayetlerde zamanaşımının kaldırılması ve Meclis araştırma komisyonunun işlerlik kazanması için yeni düzenlemelere gidilmesi gerektiğini bildirmiştik. Görüştüğümüz bütün partiler taleplerimize sıcak yaklaşmıştı. Ama platformda dile getirilen öneriler iktidar partisinin oylarıyla tam on dört defa reddedildi.


Ne Canan Kaftancıoğlu’nun gözündeki yaş, ne Zeynep Altıok’un yüreğinde değil artık etinde hissettiği acı, ne de Özge Mumcu’nun isyanı çözebilir. Siz ağlayamamaktan gözünüzün sabaha kadar batmasının ne demek olduğunu bilir misiniz?

Eğer yaşadıklarımız kötü bir rüyaysa, rüyanın sonunu da söyleyeyim size. 2 Temmuz 1993 günü annemin gözünde yaş yerine kan vardı. Büyüdü gözündeki kan pıhtısı. Bir gün ayağa da kalkamaz oldu.
...

Şimdi soracağım soruyu siz de hissedebiliyor musunuz?
Biz bu ülkeye bütün bunları hak edecek ne yaptık? "


Ne yapmışlardı sahiden?
Onlar bu acıyı hak edecek ne yapmışlardı?
Hangisiydi suç olan?
Şiir yazmak mı, fikirlerini kıvırmadan, başına bir şey geleceğini bilerek savunmak mı?
Yoksa babası yakıldığı, yakanların bulunamadığı (!) halde hala bu ülkeyi sevebilmek mi?
Şimdi hedef saptırıyorsunuz dava değil zaman aşımına uğrayan, 5 kişiyle ilgili zaman aştı deniyor ya, onu bunu bırakalım, İnterpol ile aranan bir adamın 18 yıl sonra Madımak Oteli'nin yanı başında, kızının evinde öldüğünde bulunabildiğini açıklayabilmek gerekmez mi önce?
İnsanlık suçunda zamanaşımı olmamalı evet, ama sen 20 yılda çözemiyorsan olayı 40 yılda da çözemezsin..
Mesele zaman aşımına uğramasından öte, bunca yıl bir davanın sonuçlanamamış olması…
Mesele ülkenin gidişatına yön veren, dönemeç olan olayların hep karanlıkta kalması, karartılması
Çok söylenen bir söz vardır ya “geç gelen adalet, adalet değildir” diye …
Bizde adalet geç gelse yine iyi, bir türlü yetişemiyor ki…

28 Şubat 2012 Salı

Zaman aşımı

Maraş katliamı,
Resmen vahşet yaşandı
Olaylar yedi gün sürdü
“Resmi rakamlara” göre 111 kişi (gayri resmi 500’e yakın kişi) öldürüldü
Katliamın faili olarak 804 kişi yargılandı. Birinci derecede rol oynayan 68 kişi hiç yakalanmadı
Yakalananların çoğu beraat etti,ceza alanların cezalarında indirim yapıldı
1991'de çıkan Terörle Mücadele Yasası'ndaki değişiklikle de hepsi salıverildi
Dahası 12 Eylül’e zemin hazırlayan olaylardan biri denen katliamın baş aktörü olarak yargılanan Ökkeş Kenger,"Şendiller" soyadıyla, 1991'de milletvekilli oldu.
Ve çok şaşırtıcı…Dava “zaman aşımı”ndan düştü.


DİSK genel başkanı Kemal Türkler,
22 Temmuz 1980'de evinin önünde otomobiline binmek üzereyken öldürüldü.
Sanık yakalandı.Dosya yıllarca yerel mahkeme ile Yargıtay arasında gitti geldi.
Sonuç? Dava “zaman aşımı” ndan düştü.

17 Ağustos depremi,
"Resmi rakamlara" göre 17.480 kişi öldü, 23.781 kişi yaralandı.
Resmi olmayanlara göre ise 50 bin kişi öldü, 100 bin kişi yaralandı.
Çürük binaların altında kalanların yakınları tarafından yaklaşık iki bin yüz dava açıldı.
Hapis cezasına çarptırılan tek müteahhit Veli Göçer oldu, o da çok uzun kalmadı içeride zaten.
Sonra ne oldu? Hemen söyleyeyim davalar “zaman aşımı”ndan düştü.

Daha yakına gelelim Pamukova hızlandırılmış tren kazası,
Törenlerle açıldı. Alt yapıymış,uyarılarmış teferruat. Yürür bizim tren dediler.
41 kişi öldü.
Makinistler az bir ceza aldı,TCDD Genel Müdürü hakkında soruşturma açılmasına Ulaştırma Bakanı izin vermedi.
Filmin sonu aynı. Dava “zamanaşımı”ndan düştü.

Daha yeni yaşadık,
Hrant Dink davası...
Az kalsın zaman aşımına uğruyordu. Sınırdan döndü.
Ha döndü de ne oldu derseniz o da doğru. Zaman aşımından beter oldu...

Sırada Sivas Katliamı davası var..
Zaman aşımı sınırında ...
Nasıl bilinçli bir linçtir izleseniz iki belgesel siz de görürsünüz.
Morgda yan yana yatan cansız bedenler, gerçeği en acı haliyle gösterir insan
33 aydın,yazar,sanatçı, 2 otel çalışanı diri diri yakıldı
Bir otelde alevlerin sıcağında öleceğini bilerek beklemek...
Bir numaralı sanık yurt dışına kaçtı biliniyordu.Yıllarca kırmızı bültenle arandı
18 yıl sonra ölüm haberi geldi.
Nerede ölmüş peki? Madımak Oteli’nin 600 metre ötesinde. Kızının evinde.
Aranıyordu da oraya nasıl geldi,bu nasıl aramadır meçhul..
Dava zaman aşımından düşmemiş ama hafıza aşımı çoktan yaşanmış belli ki..
Zamanı geçti bunun demek, acılarına zaman işlemeyen insanlara hakarettir.
Burada dilek dava zaman aşımına uğramasın böyle bir 19 yıl daha gidip gelelim değil tabii ki..
Nelerin üstü kapatıldıysa onlar su yüzüne çıksın. Diğerlerinde olmadı bari bunda olsun.
19 yıldır çözülemeyenler, açığa çıkarılamayanlar bundan sonra nasıl aydınlatılır derseniz eğer?
Ne yalan söyleyeyim haklılık payınız çok büyük.
Ama umut fakirin ekmeği işte...
Adını güzel koymuşlar aslında. İçimden geldi ben de bir nağme ekleyeyim o zaman
"Gizli af" bu söyleyemem derdimi hiç kimseye...
Gizli af demişken, yalnız ve adaletli ülkemde konusu ne olursa olsun her yıl ortalama 500 bin dava zaman aşımına uğruyor…