27 Mart 2012 Salı

“ Sizin hiç babanız yakıldı mı ? "

Zamanaşımına 15 gün kala hatırladık, 15 gün geçti unuttuk Sivas Davası'nı.
Tekrar hatırlatmak istedim. Ama bu sefer, yaşayanların, yüreği yananların dilinden.
Biz ne anlatsak boş. Acısını çekenlerin gözünden görmek lazım.


Aslında 6 Aralık’ta zamanaşımına uğrayacaktı dava… O zaman olmadı, şimdiye kaldı…
O günlerde, Sivas katliamında hayatını kaybeden şair Behçet Aysan’ın kızı Eren Aysan içindeki yangını anlatmış;

"Geçen yıl ülkemizde sendikal hareketin öncüsü Kemal Türkler’in davası da zamanaşımına uğradı. Siz Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan Türkler’in çığlığının yüreğin hangi kör noktasından yükseldiğini bilir misiniz? İşte o acıyı 6 Aralık günü ben de yaşayacağım.
Babam kapıyı üç defa çalardı. Kocaman sevinci sürükleyerek koşardım yanına. Akasyalı sokağa bakan evimizin balkonunda her akşam aile sofraları kurulurdu. Ölüm öyle uzaktı ki, kimse bir mezar taşının yanından geçeceğini ummazdı.
Bir gün evin telefonu çaldı. Babam Sivas’tan arıyordu. Sesinde tuhaf bir tedirginlik: “Belki bugün dönerim.” O gelemeden gökyüzünden yıldızlar indi.


Sabaha kadar mavi odamda bekledim babamı. Gelemeyeceğini bile bile…
Cemal Süreya’nın “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum” dizesi, “Sizin hiç babanız yakıldı mı? Benim bir kere yakıldı, o günden bu yana ülkem kör oldu” olarak zihnime çakıldı.
Siz böyle bir körlüğün ne demek olduğunu bilir misiniz?

Siz kalpten parmak uçlarına uzanan acının tırnakları bile titrettiğini bilir misiniz?"


Daha sonra dava zaman aşımına uğramasın diye gittikleri kapıları, denedikleri yolları anlatmış Eren Aysan,

"Oysa biz, Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar siyasi cinayetlerde yaşamını yitirmiş kişilerin aileleri olarak, Meclis’e gitmiş, siyasi cinayetlerde zamanaşımının kaldırılması ve Meclis araştırma komisyonunun işlerlik kazanması için yeni düzenlemelere gidilmesi gerektiğini bildirmiştik. Görüştüğümüz bütün partiler taleplerimize sıcak yaklaşmıştı. Ama platformda dile getirilen öneriler iktidar partisinin oylarıyla tam on dört defa reddedildi.


Ne Canan Kaftancıoğlu’nun gözündeki yaş, ne Zeynep Altıok’un yüreğinde değil artık etinde hissettiği acı, ne de Özge Mumcu’nun isyanı çözebilir. Siz ağlayamamaktan gözünüzün sabaha kadar batmasının ne demek olduğunu bilir misiniz?

Eğer yaşadıklarımız kötü bir rüyaysa, rüyanın sonunu da söyleyeyim size. 2 Temmuz 1993 günü annemin gözünde yaş yerine kan vardı. Büyüdü gözündeki kan pıhtısı. Bir gün ayağa da kalkamaz oldu.
...

Şimdi soracağım soruyu siz de hissedebiliyor musunuz?
Biz bu ülkeye bütün bunları hak edecek ne yaptık? "


Ne yapmışlardı sahiden?
Onlar bu acıyı hak edecek ne yapmışlardı?
Hangisiydi suç olan?
Şiir yazmak mı, fikirlerini kıvırmadan, başına bir şey geleceğini bilerek savunmak mı?
Yoksa babası yakıldığı, yakanların bulunamadığı (!) halde hala bu ülkeyi sevebilmek mi?
Şimdi hedef saptırıyorsunuz dava değil zaman aşımına uğrayan, 5 kişiyle ilgili zaman aştı deniyor ya, onu bunu bırakalım, İnterpol ile aranan bir adamın 18 yıl sonra Madımak Oteli'nin yanı başında, kızının evinde öldüğünde bulunabildiğini açıklayabilmek gerekmez mi önce?
İnsanlık suçunda zamanaşımı olmamalı evet, ama sen 20 yılda çözemiyorsan olayı 40 yılda da çözemezsin..
Mesele zaman aşımına uğramasından öte, bunca yıl bir davanın sonuçlanamamış olması…
Mesele ülkenin gidişatına yön veren, dönemeç olan olayların hep karanlıkta kalması, karartılması
Çok söylenen bir söz vardır ya “geç gelen adalet, adalet değildir” diye …
Bizde adalet geç gelse yine iyi, bir türlü yetişemiyor ki…